COVID 19 nedeniyle her gün TV’de “Türkiye Günlük Koronavirüs Tablosu” yayınlanıyor. 11 Haziran 2020 tarihine kadar günlük iyileşen hasta sayısı o gün tespit edilen vaka (hasta) sayısından fazlaydı ve işler iyi gidiyordu. Fakat 12 Haziran günü bu tablo değişti ve günlük vaka sayısı o gün iyileşen hasta sayısını aştı ve bu durum 4 gündür devam ediyor.
TÜRKİYE GÜNLÜK KORONAVİRÜS TABLOSU
11 HAZİRAN | 12 HAZİRAN | 13 HAZİRAN | 14 HAZİRAN | 15 HAZİRAN | |
TEST | 49.190 | 41.013 | 45.092 | 45.176 | 42.032 |
VAKA | 987 | 1.195 | 1.459 | 1.562 | 1.592 |
VEFAT | 17 | 15 | 14 | 15 | 18 |
İYİLEŞEN | 1.021 | 1.242 | 985 | 1.330 | 947 |
Bunun üzerine TV’lerde “Acaba koronavirüs salgınının ikinci dalgası ile mi karşı karşıyayız?” sorusuna cevap aranmaya başlandı. Günlük vaka (hasta) sayısı neden artıyordu? Bu soruya, akademik unvanları da olan her konunun uzmanlarından sağduyuya dayalı cevaplar gecikmedi. Bunun sorumlusu halkımızdı çünkü maske takmamış ve sosyal mesafeyi korumamıştı. Üstelik asker uğurlamaya, taziye ziyaretlerine, hafta sonu pikniğe, vb. gitmişti. Bu durumda da doğal olarak maske takmayanlara ceza vermek de dahil daha sıkı önlemlere başvurulmalıydı; eğer böyle giderse sokağa çıkma yasaklarına yeniden başvurmak gibi kısıtlayıcı önlemlerin yeniden gündeme gelebileceği bizzat Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı tarafından kamuoyuna duyuruldu.
İstenmeyen davranışları yasaklamak (örneğin maske takmadan bir mağazaya veya markete girme yasağı gibi), kurallara uymayanları cezalandırmak veya cezalandırmakla tehdit etmek gibi uygulamaların kökeni insanlık tarihi kadar eskidir. Bu uygulamanın geçmişte işe yaradığı da söylenebilir. Ancak sorun, günümüz insanını yasaklarla veya ceza vermekle tehdit etmenin artık pek işe yaramıyor olmasıdır.
Bir uygulama ile geçmişte başarılı sonuç elde edilmiş olsa bile eğer bu uygulama artık işe yaramıyor ise o zaman yeni yöntemler ve uygulamalar aramak gerekir. Bu genel ilke, koronavirüs bağlamında günlük vaka sayısının yeniden artmasının nedenlerini açıklamak ve alınabilecek önlemlerin neler olabileceğini tespit etmek için de geçerlidir.
Halkın maske kullanımına ve sosyal mesafenin korunmasına yönelik tutumu
Bilim Kurulu üyesi olsun veya olmasın, TV’de konuşan bütün tıp doktorları, Sağlık Bakanlığının da onayıyla, kamuoyuna yaptıkları açıklamalarda özellikle üç hususa dikkat çekiyorlar: 1) Elinizi sık sık yıkayın, 2) maskesiz dolaşmayın, 3) sosyal mesafeyi koruyun. Ellerin sık sık yıkanıp yıkanmadığı konusu gündeme pek gelmiyor, muhtemelen bu konuda ciddi bir sorun olmadığı anlaşılıyor. Fakat maske takma ve sosyal mesafeyi koruma konusunda halkın tutum ve davranışları, tıp doktorlarını ve her konuda görüş beyan eden TV konuşmacılarını şaşırtmış görünüyor. Oysa Eğitim Bilimci, Psikolojik Danışman, Psikolog, Sosyolog, Antropolog, vb. gibi sosyal bilimciler için bu durum hiç de şaşırtıcı olmasa gerek. Nedenini açıklayalım:
Bir kişinin belli bir davranışta bulunması için her şeyden önce o davranışta bulunmaya niyet etmiş olması gerekir. Niyet, planlı davranış kuramında da belirtildiği gibi, bir davranışın en iyi yordayıcısıdır. Niyet, şu üç bileşene bağlıdır: a) Kişinin belli bir davranışa yönelik tutumu, b) kişinin önem atfettiği diğer insanların söz konusu davranışı nasıl göreceklerine dair inancı, c) kişinin söz konusu davranışı kolaylıkla yapıp yapamayacağına dair inancı. Bu yaklaşıma göre, eğer bir kişinin belli bir davranışa (örneğin maske takmak) yönelik tutumu olumlu ise, çevresindeki kişilerin maske takmayı takdir ettiklerini düşünüyorsa ve son olarak da maske takmanın kendisi için çok da zor olmadığını düşünüyorsa, o zaman bu kişinin maske takmasını bekleyebilir, maskesiz dolaşmayacağını tahmin edebilirsiniz.
Halkımızın maske takma konusunda umursamaz bir tavır takındığı, hatta her gün TV’de yayınlanan “Türkiye Günlük Koronavirüs Tablosu”nun da halkı yeterince korkutamadığı anlaşılıyor. Bu durumda her gün koronavirüs tablosu yayınlamak ya da TV yayınlarında kamu spotu olarak küçük çocukları çıkarıp “maskesiz çıkmayın”, “evde kalın” gibi mesajlar vererek halkın bu davranışını değiştirmesini beklemek fazla iyimserlik olur. Bunun yerine, sosyal bilimlerin verileriyle hareket etmekte yarar vardır.
Bu konuda yapılması gereken şey, başta sosyal psikoloji olmak üzere bütün sosyal bilimlerin kavramlarına, kuramlarına ve bulgularına başvurmaktır. Örneğin sosyal psikoloji bize, insanların istatistiksel bilgilerden yeterince etkilenmediğini, istatistikleri kolaylıkla göz ardı ettiğini ve karar verirken istatistikler yerine somut, canlı ve tekil olguları daha fazla ciddiye aldıklarını söylüyor. Başka bir deyişle, karar verirken soyut ve sıradan bilgilere ve istatistiklere karşı daha duyarsız kalıyoruz. Bizim kültürümüzde “bana damdan düşen birini getirin” deyişi tam da bu olguya işaret etmektedir. İnsanlar kuru bilgilere ve sayılara değil, yaşadıklarına ve gördüklerine dayanarak karar verirler. O halde her gün akşam TV’de istatistik yayınlamak ve böylece halkın tutumunu değiştirmesini beklemek ne derece doğrudur?
Günlük istatistikleri yayınlamak yerine, acaba gerçek bir kişinin bu hastalık sürecinde neler yaşadığının belgesel niteliğinde yayınlanması halkın tutumunu nasıl etkiler? Bir kişinin hastalık sürecinde yaşadıklarının belli bir sıklıkta ekranlara getirilmesi, sosyal psikolojide heuristik denen sezgisel kestirme yollardan birinin kullanılmasına yol açabilir. Günlük hayatta insanlar nasıl davranacaklarına karar vermek için bütün verileri gözden geçirmezler ve zannedildiği gibi fazla da düşünmezler. Bunun yerine kestirme yollara başvururlar. En sık kullanılan kestirme yollardan biri, zihnimize kolaylıkla gelen mevcut bilgiye dayanarak karar vermektir. Her gün TV’de Koronavirüs Tablosu yayınlamak yerine, örneğin bir hastanın ve hasta yakınlarının davranışlarını, düşüncelerini, duygularını, kısacası neler yaşadıklarını yayınlamak tutum değişikliği açısından daha etkili olabilir.
Maske takma konusundaki tutumun “bilişsel kaynaklı” olmaktan ziyade “duygulanım kaynaklı” olduğu tahmin edilebilir. Duygulanım kaynaklı tutumların da bilgilendirme yoluyla değiştirilemeyeceği açıktır.
Özetle; maske takma konusunda sadece bilgi vermek yetmez, çocuklar aracılığıyla kamu spotu yayınlayarak “maske takın” demek yetmez, maske takmayanlara ceza verilmesini tartışmak veya sokağa çıkma kısıtlamasına yeniden başvurulabileceğini söylemek de yetmez. Sosyal bilimlerin birkaç örneği yukarıda verilen bilgi birikiminden yararlanmak gerekir.
Prof. Dr. Selahiddin Öğülmüş
Bence yalnızca bunu yaşayan hastalar değil aynı zamanda sağlık personeli ve onların yaşadıkları nasıl güçlüklerle işlerini yürüttüklerini hayatlarını nasıl tehlikeye attıklarını bunun bşr şaka olmadığını, kat kat giysilerin vb onçarın çalışma koşullarını nasıl etkilediğini olayı dışardan gözleyen değil içinden biri olarak hastalarla ilgili gerçekleri de paylaşmaları önemlidir diye düşünüyorum. Baştan beri neden olayın gerçek muhatapları tv ye basına çıkmıyor yani davet edilmiyor diye merak ediyorum. Sosyal medya hesaplarında bu kişiler aslında nasıl yakalandıklarını vs anlatıyorlar ancak sosyal medya kullanmayan da bir sürü insan aile olduğunu biliyoruz. O zaman bunların ulusal basında yer alması bunların deneyimlerini paylaşmaları caydırmak için iyi bir yol olabilir.